16 Mart 2009 Pazartesi

Davut mu o?

Ölene katlanılır belki; ama kayıp, dayanılmazdır. Ölünüzü gömer, yasını tutarsınız; kayıpsa açık bir mezardır, kapanmadan sahibini bekler.
Ölünün mezarı vardır. Kayıp yakınıysa, başında Fatiha okuyacağı bir taştan dahi mahrumdur.
Ölüm örtülmüş göz, bağlanmış ağız, atılmış topraktır. Kayıpsa umuttur biraz da... Ama her umut gibi beklettikçe çoğaltır acıyı... geciktikçe uzatır.
* * *
Sorgucular, 13 yaşındaki Davut’u aramaya geldiklerinde anası Hayat, 15 günlük loğusaymış.
1995 yılı kasım ayı...
“Oğlun nerede?” diye sormuşlar.
“Bilmiyorum” demiş Hayat Ana...
Götürmüşler Tugay’a... Soymuş, dövmüşler. “Koyunları kaybetmişti. Korkusundan amcasına gitmiş olabilir” demiş Hayat Ana...
Sorgucularıyla birlikte amca evine gitmişler.
Oradaymış Davut...
Anneyi salarken oğlunu asmışlar Filistin askısına... Hayat’ı görünce “Ana su ver” diye inlemiş Davut...
Hayat ana, su verememiş 13’lük oğluna...
Bir daha da ondan hiç haber alamamış.
* * *
7 kişiymişler gözaltına alındıklarında...
6’sı kayıp...
Birinin yarı yanmış cesedi bir kuyu dibinde bulunmuş, 5 ay sonra...
Acaba Davut da bir kuyunun dibinde midir şimdi?..
Bilmiyor annesi... Ama umut bu ya... bekliyor o uğursuz 1995 kışından beri...
Yanıyor yüreği... Ağlıyor, “Bi su veremedim Davuduma...” diye...
* * *
Hayat Ana’nın acısını Ayşe Karabat yazdı Turkish Daily News’da... okumaya yürek ister.
Evi her gün tertemiz tutuyormuş Hayat Ana; oğlu aniden çıkagelirse ortalığı dağınık bulmasın diye... Davut’un babasını da dinlemiş Ayşe:
“Keşke, sağ olsa da görsek” demiş Abdülaziz Altınkaynak, umut ekmeğini yere düşürmeden:
“Ama biliyoruz; kemik oldu oğlumuz... Keşke devlet dese ki ‘Sizin kemikleriniz buradadır, alın bir mezarlığa gömün’. Alır gömerdik. O mezarı ara sıra ziyaret eder, dua okurduk. Derdik ki, ‘Bu mezar bizim.’”
Oğlundan geçmiş, başında dua edebileceği bir mezar istiyor Abdülaziz bey; soruyor Ayşe’ye:
“Sen bilirsin, gazetecisin; bu Ergenekon davası bulur mu oğlumun kemiklerini?.. Onu kemik edenleri, cezalandırır mı?”
* * *
Hani o haber aralarında duyduğunuz “ölüm kuyuları” var ya...
Hani bir itirafçı ta Kanada’dan “Botaş’ın asit çukurlarına bakın, oraya atıldılar” dediğinde Savcılık emriyle kazılan kuyular...
İşte oradan bir kafatası çıktı geçen hafta...
15 kemik parçası...
1 bere...
Domuz bağı şeklinde düğümlenmiş bir ip...
Bir elbise...
Hayat Ana’nın yüreği nasıl yanmıştır düşünsenize...
Ya o kafatası oğluna aitse?..
“Bir gün döner” umudu söndü diye ağıt mı yakar acep; yoksa oğlunu son gördüğünde istediği bir yudum suyu dökebileceği bir parça toprak bulduğu için şükür mü eder?
* * *
Ergenekon soruşturması Fırat’ı aşıp kör kuyulara daldı. Siyasal antropoloji çalışması sayılır bu da... Derine daldıkça kepçe, derinleştikçe kazı, çıkan kemikleri, kafataslarını inceleyerek, toprağa sinmiş çığlıklara kulak vererek, kanlı domuz bağının düğümünü çözerek, insanlığın bir dönem nasıl insanlıktan çıktığını öğreneceğiz biz de...
Suçlular bulunup cezalandırılabilirse ne âlâ, ama başında Fatiha okuyabileceği bir mezar bile Hayat Ana’ya yetecek.

Can DÜNDAR
16 Mart Pazartesi 2009